Değerli dostum Prof.Dr.Mehmet Altan’ın Van depremiyle birlikte okurların karşısına,Timaş yayınlarından çıkan “küresel vicdan” adlı kitabı, yazılı ve görsel medyada çok yönlü bir tartışmayla ilgi görür olması ve Van depremiyle tartışılır olması ayrı bir önem kazandırdı kitaba.
“Küresel vicdan” sekiz bölümden 159 sayfadan oluşan,sayfa sayısının küçük olması okurları aldatmasın her sayfası okuyanı dakikalarca üzerinde düşünme etkisi yapacağından hiç şüphem yok,bunu bir duygusallık anlamında değil bir düşünce insanı olarak yazıyorum.. Benim değişen dünyayı anlamamda önemli düşünsel katkısı sağlayan Alvin Tofler’in “üçüncü dalgası” ve Peter Drucker’in “kapitalist ötesi toplum” kitabından sonra küreselleşmeyi en iyi anlatan kitaplardan biri olarak karşıma çıktı.. Kitabın her bölümü okuyanı üç çağ üzerinden ufuk turu yaptırıyor..ve çok beğendiğimi baştan söyleyip kitap okurlarının ötesinde, insanlığa karşı kendini sorumlu gören her insanın okumasını hararetle öneririm..
Şimdi kitaptan önemli gördüğüm(her satırını önemsiyorum ama yorum yapınca kısa özetini vermek zorundasınız) bölümler üzerine düşüncelerimi ifade edeceğim..Baştan da belirteyim bu kitap bir makaleyle yorumlanacak bir kitap olmadığını ve yazarına da haksızlık olur bunu da belirtmeden geçemeyeceğim..Kitabın özeti tarımdan sanayiye geçiş ve bilgi toplumuna uzanan sürecin yol haritasını çıkartıp önümüze koyuyor Altan..
Kitabın birinci bölümüne Altan,kitabın adından yola çıkarak “neden ahlak,neden vicdan” diyerek giriş yapıyor ve ünlü filozof Sokrates’in bir sözüne yer veriyor,”sorgulanmamış hayat yaşamaya değmez”..
Altan bizim geleneksel, toplumsal kültürümüzdeki ahlakın dışında bizi evrensel boyutta ve ahlakın tarihsel evrimleşmesinden yola çıkarak,işlediği konularla duyarlı olanlara yeryüzünde ufuk turu attırıyor..
Yazar,ahlakı şöyle tanımlıyor:”insanların toplum içersindeki davranışlarını ve birbiriyle ilişkilerini düzenlemek amacıyla başvurulan kurallar dizgesi,başka insanların davranışlarını olumlu ya da olumsuz biçimde yargılamakta kullanılan ölçütler bütünü…”
Altan ahlakı ikiye ayırıyor “iyi ve kötü” olarak..Ahlakı örnekliyor,edep,tevazu,kerem birer güzel huy olarak iyi yere korken;kötü olan ahlakı ise,sefahat,kibir ve cimrilik yönüyle değerlendiriyor..Ahlakın toplumdan topluma değiştiğini her toplumun ahlakını da kültürünün belirlediğini,söylüyor…
Ahlakın kurallarının yazılı olmadığını belirtirken,ahlakın hukuktan farklı olsalar da,ahlak ile hukukun örtüştüğü hatta özdeşleştiği durumlarının olduğunun üstünde duruyor..Burada görgü kuralları da bir ahlak mıdır,gelenek midir sorusunu sorguladım zihinsel dünyamda,Mehmet Altan’ın kitabını okurken?.. Görgü kuralları da yazılı değildir acaba görgü kuralları hukukla özdeşleşir mi?..Ahlak,fizik kanunu gibi anlatılması mümkün olmayan bir kavram olmadığı gibi,geleneklerle de geçişkenliği olan,birbirinden etkilen bir kültüründe eseridir..
Biz yine kitaba dönelim ve yazar “ahlak,din, ve felsefe” bölümünde;ahlak ve dinsel kurallar arasındaki toplumsal geçişlerden bahseder..Tarih içinde ahlakın yer yer dinlere bağlı olarak ortaya çıktığını ve her dinin belirli bir yaşam biçimi barındırdığının üzerinde durur..Ahlak kurallarının dinsel kurallardan zaman zaman ayrıldığını da önemle belirttiğini görüyoruz..Hem tarihsel hem de sosyolojik olarak ve felsefi boyutuyla da ahlaka ayrı ve derinlemesine,yazarın kafa yorduğunu okumaktayız…Yazarın bizim önümüze koyduğu ahlak kavramını,dinlerin toplumsal yaşamda kanunlardan daha etkili bir yer tuttuğunu öğreniyoruz..ve her din kendi içinde bir ahlak yarattığı da karşımıza çıkıyor,nesilden nesile ve çağdan çağa taşınıyor “ahlak” geleneklerin içinde..
Kitabın başka bir bölümünde yazar “ahlak ve etik” kavramlarını irdeliyor..
Etik’in Yunanca ethos(töre,görenek,alışkanlık)olduğunu öğreniyoruz…Etik kavramının ahlaktan ayıran bir yanını yazar karşımıza çıkarıyor, etik’in de felsefi bir anlamı olduğunu hatırlatıyor ve etikin “ahlak felsefesi” ile eş anlamlı olduğunu belirtiyor Altan..
Yazar ahlak ve etik kavramlarını Orta Çağ dan,Rönesans ve Reform dönemlerinden sanayi devrimine uzanan tasrihsel, toplumsal bir geleneğinin yanında bir kültürden,analitik yorumlar yapıyor.. Ahlakı ve geleneğin toplumların eğitimi,sosyalliği ve gelişmişliğiyle de kültürel bir yakınlığını görüyoruz..Felsefe ve etik tartışmaları insanları ortak bir akıla götürdüğünü,ilkel olan gelenekleri,zaman içinde devre dışı bırakarak,akılın insanları birbirine eşit yurttaşlar durumuna getirdiğinin altını çiziyor Altan..
Yazar,ahlak ve etikten sonra “vicdan” üzerinde duruyor kitabında..
Felsefeye göre vicdan:”iç huzuru veya iç sıkıntısı vererek kişiyi uyaran vicdan bir kavram değil,kişinin bir yeteneğidir..felsefedeki metafizik anlayışı,bu yeteneğin doğuştan var olduğunu ileri sürerken,diyalektik anlayış insanın içinde bulunduğu toplumsal koşullarla belirlenmiş görgü ve bilgisinin oluştuğunu ileri sürüyor,kitabın yazarı..” Burada düşünen insanı Altan bir yerde tartışmaya davet ediyor kanımca o da;”vicdanın bir yetenek olduğunu iddia etmesi,vicdanın bir kavram olmadığı iler sürmesi,tartışılacak bir tez olduğu kanımsındayım..” Yazarın “vicdanı” dinsel bir kavram olarak ta değerlendirilebilir,cümlesi de üstünde durulması gereken bir konu..Eski Mısır geleneğinden de bir örnek veriyor yazar,kalbin gösterdiği yoldan ayrılmamak gerektiğine inanmışlardır,diye.Bazı inanç sistemlerinde de vicdan,Tanrının sesi olarak algılandığını anlatıyor kitabında Altan..
Yazarın ahlak,etik ve vicdan kavramları üzerine kısa kitaptan kesitler vermeye çalıştım..meraklısı için kitabın tamamını okunmalarıyla daha iyi anlayacaklardır,burada bu bölümü kapatarak kitabın başka bölümleri üzerine duralım..yolumuz uzun..
Altan “ulus-devlet,milliyetçilik ve vicdanı” anlatırken,toplumsal yaşamımızda da bu sorun ve kavramlar can yakıcı olarak yer tutmaktadır..Ulus-devletin resmi ideolojisi de,vicdanı da milliyetçilik oldu ve kimi örneklerde milliyetçilik faşist bir karakter kazandığına yer veriyor ve milliyetçiliğin günümüze kadar uzanan, tarihsel izini takip ediyor...Küresel vicdan “ırkçılığa kadar uzanan milliyetçiliği etkisiz hale getireceğini anlıyoruz…
Küreselleşmenin dünyasından,artık sadece kendi ulusumuz içinde olan bitenden değil,tüm bir dünyadan sorumlu olduğumuza dikkat çekiyor,böylesi bir sorumluluğa üstlenmek ise ancak küresel bir vicdanla mümkün olacağını anlatıyor…İşin ahlakı,ahlakın işi ve temel etik değerler ve İlkler gibi küreselleşen dünyada ekonominin ahlakı konularına dikkat çekmektedir..
Sanayi toplumu ve üretim biçimindeki değişikliklerin ahlak üzerindeki etkilerine vurgu yapıyor Altan..üretim biçimi ve üretim ilişkileri ahlak anlayışımızın oluşmasında sandığımızdan çok daha etikli olduğunu belirtiyor,yazar..İnsanların yaşayış biçimini derinden etkileyen üretimi göz önünde bulundurduğumuzda,sadece dini değil,üretim biçiminin de ahlak oluşturduğuna vurgu yaparken,üretim çemberlerinin insanların ahlaksızlık yapmasına engel olduğunu,dinin ve hukukun dışında faaliyetler vermeyeceğini karşılıklı bir denetleme ortaya çıkacağını anlatıyor..üreten insanların,üretim faaliyetleri aksamasın diye ister istemez oluşturdukları bir ahlak zincirinden bahsediyor..
Altan,sanayi döneminin başlangıcına girmeden feodalitede gelirin temel kaynağı toprak iken,sanayide kol gücü ve makineler,bugün ise “inovasyon”(bilgi) ekonominin temelini teşkil ettiğinin altını çiziyor,bilgi bu çağda üretimde temel girdi olarak yer alıyor..Üretim biçimindeki değişikliğin sosyal yapıya da sirayet ettiğine dikkat çekmekte..Sanayi döneminin belirleyici teknolojisi buhar makinesine vurgu yapıyor.
1946 yılında bilgi sayarın bulunmasıyla sanayi dönemi ve mevcut yapı değişmeye başladı..Bilgisayar,beynin kendi yapması halinde çok uzun sürecek işlemleri hızlıca gerçekleştiren bir makine olarak ortaya çıkmasının,günümüze uzanan etkisinin anlatıyor..bir örnekle bilgisayarın gücünden bahsediyor yazar;1 trilyon işlemi,bir bilgisayar 1 saniyede yapar hale geldiğini sanayi toplumuyla bilgi toplumunun arasındaki farkın üstünde duruyor..Bilgi toplumuna ömür biçilemeyeceğinden bahsederken;üretim sürecinde sınır tanımayan bir beyinsel aşamaya doğru yol aldığımızı anlatıyor..
Yazar,sosyal paylaşım sitesi olarak bildiğimiz facebook’un kurucusu olan Mark Zuckerberg’in bugün dünyanın en genç dolar milyarderi olduğunu anlatıyor..İcat ve mucitlerin üzerinde duruyor Altan ve bunu yeni çağı anlamak için bir fırsat olarak ta bizlere gösteriyor..Sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçiş sonrasında,bilginin arttıkça zenginliğinde arttığını,bilgisi olana kimsenin gücünün yetmeyeceğini söylüyor, Altan..Sistemlerin yeni buluşlarla ayakta kalacağını ve başka bir şanslarının olamayacağını söylüyor yazar bilgi çağında..
Küreselleşmenin on düzleyicisinden bahsediyor Altan,Nobel ödüllü Thomas Fredman’ın tezinden yola çıkarak...İlk düzleyicinin “Berlin duvarının yıkılışı” olarak öğreniyoruz yani Sosyalist bloğun dağılmasıyla dünyadaki değişimi tetikleyen ilk düzlem olarak karşımıza çıkıyor.. Ve bunun sıralamasını veriyor…Özellikle on düzlem bilgi ekonomisinin kavramlarını ve argümanlarını okurken önümüzden bir ırmağı akışını seyreder gibi oluyoruz..
Yeni çağın alametleri bölümünden…Gerçekten çağın değişmesi,zaman ve mekan kullanımının değişmesidir..Bugün artık toprak,sınırlar,bayrak ve ırk gibi kavramlar zenginlik yaratmıyor ve toplumların ilerlemesini sağlamıyor..İlerlemeyi yaratan bu çağda insanın yaratıcılığı ortaya çıkıyor..Altan,insanların değişimden korktuğunu,kitlelerin her zaman yeni gelenden kuşku duyup mevcudu savunur ve gelmekte olanı geçmişin kavramlarıyla değerlendirirler,diyor haklı olarak.. hepimizin içinde böyle bir korku olduğu gibi yaşadığımız telaşta böyle olmuyor mu, yeni karşısında.? Yazar can alıcı vurguyu yapıyor değişime karşı direnenlerin ruh halini anlatıyor:”Teknolojilerdeki ve iletişimdeki değişimler gibi nirengi noktası olmayan kişilerin,değişimleri algılayamadıkları gibi gelişmeleri yozlaşma olarak görürler” demekte..
Yazar,1929 krizinin nasıl aşıldığını ve bilgi toplumuna nasıl yöneldiğinin tomografisini çekiyor..İşçilerin ürettiklerine nasıl yabancılaştığını,ürettikleri malları nasıl alamaz hale geldiklerini,gelir dağılımındaki uçurumdan da söz etmeden geçmiyor ve bu krizden çıkmamızı sağlayanın iktisatçı ünlü Keynes’in ekonomi politikaları olduğunu öğreniyoruz..Keynes politikalarıyla talebin kışkırtılmasıyla ile sosyal devletin doğmasına sebep olduğunu da Altan’ın bu kitabında daha detaylı okuyoruz…Bilgi çağına yön verenler beyinsel gücü olanlar, yani yaratıcılar.. Yeni çağda Altan insanların geçmiş kariyerlerinin de bir anlamı kalmıyor ve ömür boyu eğitim kavramı öne çıkıyor,derken sanayi toplumunun yaratıcılarının da hiçbir şey yapmadığı anlamı çıkarılmasın onu söylemiyor,bilgi çağının sanayi toplumun içinden çıktığını ve sanayi toplumunun üretim,argümanları,kavramları ve tüketim modelleriyle bu çağı algılamanın imkansız olduğuna vurgu yapıyor yazar..
Altan yoksulluğun ve açlığın kol gezdiği kıta üzerinden de bilgi toplumunun geleceğini okuyor;Afrika kalkınmazsa bilgi toplumu rayına oturmayacağının tehlikesi üzerinde duruyor..
Sanayi toplumunun eğitimi ile bilgi toplumunun eğitiminin de arasındaki farkı çok dikkat çekici, yazar şöyle diyor:”sanayi devrimini öne çıkardığı benzeşme kavramı,yaratıcılığın öneminin büyük ölçüde artmasıyla birlikte farklılaşmayı da elzem kıldı.Sanayi çağında insanlar devasal bir makinenin parçası olarak benzeşmeleri gerekiyordu.Söz gelimi,eğitim de bu benzeşme kriteri üzerinden tasarlanmıştı..Oysa bugünkü üretim biçimi üzerine kurulu.” Ben de bu ayrışmaya bir örnekle zenginleştirmek istiyorum yirmi beş yıl fabrika da çalışmış bir işçi olarak;sanayi toplumunu makinelerini kullanmak için okur-yazar olmaya gerek yoktu çünkü,makineler renk ve ok işaretleriyle çalıştırıp kapatıyor veya yön veriyorduk..dijital teknolojiyle üretim yapılmaya başlayınca,eğitim öne çıktı..Birde sanayi toplumunun üretim tarzında “bakım onarım elemanları” vardı,üretim bilgiye dayalı yapılmaya başlayınca “bilgi işlem elemanları” devreye girdi..değişimdeki fark bu kadar açık ve net olarak görülmektedir..
Altan,bugün dünyada var olmanın koşulu diyor;yeni bir buluş yaratmaktır..Yeni, bir buluş yapmayan ve ya var olan teknolojiye katkı sağlayamayanın ayakta kalma şansının da olmayacağını söylüyor..Peter Drucker “gelecek için yönetim” adlı eserinde;biz Amerikalılar videoyu bulduk ama geliştiremedik,Japonlar geliştirdi ve Japonlar videodan yılda yirmi milyar dolar gelir elde ediyorlar,diye ülkesi adına üzülürken,Japonların da başarısının hakkını teslim eder.
Bilgi toplumu ve bilgi ekonomisi bölümünden,kısa kesitler verelim yazarın eserinden..Bu çağda kar elde etme,başkasını sömürmekten değil,icat yapmaktan geçiyor,deyip çarpıcı bir örnekle devam ediyor;elektriği bulan mucit ya da telefonu icat eden kişiler bizi sömürüyor mu,diye beyinlerimizi zonklatan soruyu ortaya atıyor hem düşünmemiz, hem de tartışmamız için bilgi toplumun anlamak açısından…Burada yazara katkı olması için;insanlığın gelişimi ve dönüşümünde elektrik ne kadar etkili bir güç olduğunu sanayi çağında gösterdiyse,bilgi çağında da “hizmet sektörü” o kadar etkili olmuştur.Elektrikle hizmet sektörünün birlikteliği insanlığa hazına doyum olmayan harika bir süreç yaşatıyor…Tabi ki bu çağı anlayan ve çağın teknolojisine katkı sunanlardan bahsediyoruz..
Yazar kitabında bilgi çağının siyasetteki etkilerinden de bahsetmekte..Küreselleşmeyle birlikte,toplumların tarihsel geri kalmışlıkları da zaman içinde son bulmaya yüz tutmak mecburiyetinde,deyip sosyolojik olarak,altta kalmışların öne doğru yürümeye başladıkları bir çağa girdiğimizi söylüyor elektriğin,telefonun gücü ve etkisi üzerinde duruyor..Bu çağda herkes her bilgiye sahip değil mi,cep telefonu ve internet sayesinde..Katılımcı demokrasinin,temsili demokrasiyi nasıl devre dışı bıraktığını hep birlikte görüyoruz siyasette..şeffaflık,çoğulculuk,bireyin özgürlüğü,azınlık hakları,temel hak ve özgürlükler,gelir dağılımındaki adaletsizlik,işsizlik ve güvenlikle birlikte toplumsal bir talep olarak küreselleşmeyle kıtadan kıtaya bir rüzgar gibi esiyor..diktatörlükleri ve kapalı toplumlara demokratik bir sistem olarak ekmek,su ve hava kadar önemseniyor,adına “Arap baharı” dediğimiz eylemler küreselleşmeyle ortay çıkmış isyanlar,değil mi?.Bilgi,sermaye ve teknoloji kimsenin tekelinde olmadan kıtalar arası sörf yapıyor..İnternete müdahale ettiğinizde uçaklar kalkmıyor,bankalar işlem yapamıyor ve yer yüzüyle bağlantınız kesiliyor ve kimse de interneti kesme cesaretini gösteremiyor..Siyasette de görünmez bir şekil veriyor demokratik boyutta..
Küresel vicdan adlı eserinde Altan,bizlere şunu söylüyor; bilgi çağının bireyi olmayan,bu çağın teknolojisine zenginlik katmayan kişi: “ne haklarını aramasını bilir ne de sorumluluğunu yerine getirir” ve ne de o kişiyi, kimse ciddiye alır,demekte..Bu çağın insanı değilseniz diyor yazar,”sizi ne kaybeden arar ne de bulan sevinir” demekte..
Küresel vicdan üzerine de şöyle yazıyor yazar;insan haklarının gerçekleşmesinde vicdanın da önemli bir rol olduğunu vurgularken,esasen vicdanın evrensel hukuk kurallarını kapsadığını anlatıyor,vicdanın arzu ettiği şeyin adalet olduğunun altını çiziyor.Küresel vicdanın hukuk olduğunu belirtirken Altan,küresel vicdansın henüz oluşmamasının sebebini de,küreselleşmenin yeni bir hukukunun oluşmamasından yakınıyor…yeni çağın karmaşasının anlaşılmamasının nedenini de anlatıyor..Burada bir şeye dikkat çekmek gerekiyor sanayi toplumu üç yüz yılda olgunlaştı ve miadını tamamladı,yeni çağa ömür biçilmediği gibi teknolojisi olan bilgisayarında son sistemi yok.. Altan,bu kitabında mevcut eğitim müfredatıyla yeni çağa uygun insan yetiştiremeyeceğimizi de, hatırlatmadan geçmiyor..
Mehmet Altan’ın “Küresel vicdan” kitabından günümüze bir yorum Notu:
“Küresel vicdanı olmayan toplumlar da,”hukuk” o toplumların vicdanlarına adalet olarak yansımıyor..Eğer Van depreminde siyasi erkin vicdanı evrensel hukuk olsa idi,devlet bakanı Beşir Atalay yurt dışından gelen deprem için yardımları geri çevirip;” biz kendi gücümüzü test edeceğiz” demez,640 kişiye oturduğu ev mezar olmaz, beton molozların altında kurtarılmak için bekleyen insanları milli duygularla yaklaşmaz,Japonya da 9 şiddetindeki deprem de ölmeyen Japon kurtarma ekibinden olan kadıncağızı, 6 şiddetindeki artçı şokla öldürmezdik…Başbakan Erdoğan Van depreminden sonra ulusal televizyon kanalların birlikte ortak yayın yapmalarıyla yapılan yardımlardan sonra, bu milletimle övünüyorum derken,neden 7 şiddetinde bir depremle bir şehrin yok olması karşısında insanların can ve mal güvenliğiyle ilgili övünmediğine de bir açıklık getirseydi ya..İşte Küreselleşme atıp-tutanların, kendilerini olduğundan fazla gösterenlere bir boy aynası olarak karşılarına çıkıyor,unutulanların,iklim mültecilerinin,doğanın felaketine uğrayanların can simidi olurken… demokratik olmayan insan odaklı siyaset yapmayanların,iç yüzünü dünyanın dört bir yanına yayarken,diniyle,ırkıyla,mezhebiyle,toprağıyla,bayrağıyla övünenlerin kabusu olarak ta her alanda karşımıza çıkıyor,küresel vicdan..” Ellerine sağlık bize vicdanımızın sessini dinlettirdin eserinle saygı değer dostum ,küresel dünyanın bireyi yürekli insan.!
ufukturu.net, 01.12.2011