Kitap Tanıtımları
Kitap Tanıtımları > Küresel Vicdan > Mehmet Altan’ın “Küresel Vicdan”ı Üzerine
Mehmet Altan’ın “Küresel Vicdan”ı Üzerine
HAMİT ÖLÇER * / Artık mevcut kuruluşların etkinliğinin arttırılması ve yeni uluslararası kuruluşlar inşa edilmesi kaçınılmazdır
Vicdan, yalnız değildir...
Ahmet Altan
Endonezya’nın Sumatra adasında meydana gelen bir tsunaminin yol açtığı depremin ortaya koyduğu fotoğraftan etkilenen ve “maliyeti oldukça düşük olan tsunami erken uyarı sistemininin yoksul ülkelerin bölgelerine kurulmadıysa, ABD üssüne bir şey olmuyor da, yanı başında iki yüz bin kişi ölüyorsa, burada bir vicdan sorunu var demektir” tezinden yola çıkan Mehmet Altan’ın “Küresel Vicdan”ı, okuyucunun her şeyden önce olaylara, kavramlara, eğilimlere ulusüstü bir perspektifle yaklaşmasını gerektiren “saydam” bir yapıt.
Bir bakıma “ütopya” olarak da okuyabileceğimiz ve Mehmet Altan’ın liberter görüşlerini gün yüzüne çıkaran “Küresel Vicdan”da; Antiprotestanlık, dünya vatandaşlığı, Panhümanizm gibi önemli kavramları analiz etmenin ve en azından kendi açımdan Altan’ın renkli fikir dünyasında yolculuk yapmamın keyifli olacağını düşünüyorum. Şimdi isterseniz gelin Mehmet Altan’ın “vicdanının sesine” kulak verelim.
Yeni bir iş ahlakının temeli
Kapitalizm ile Protestanlığın birbirini boşadığı ve buna tepki olarak ortaya çıkan günümüz “Anti-Protestan” eğilime tanıklık ettiğimiz dünyada her şeyi ileriye bırakıp ertelemenin Protestan ahlakın davranış modelini oluşturduğunu dile getiren Mehmet Altan’a göre gelinen Antiprotestanlık çağında ise “.....ileriye yönelik bir bekleme, emeklilik, erteleme, tasarruf, kontrat gibi bir ahlak yoktur. Daha ziyade gençlerde görüldüğü üzere, kontratın uzun vadeli bir birliktelik, anlaşma ve hedefe gitme özellikleri söz konusu değildir.”
Kapitalizmin coğrafi olarak sınırlı bir bölgede ortaya çıktığını ve ahlakını protestanlık üzerinden oluşturması karşısında, küresel vicdanın dinamiklerinin çeşitliliğine dikkat çeken Mehmet Altan’a göre;
“.....insanlar farklılaşmaya, yerküre üstünde hareket etmeye ve hayatı şekillendirmeye eskisinden çok daha yakın. Beyinsel buluşlar büyük bir zenginlik oluşturduğu için artık kimse bir ömür çalışmak istemiyor.....kapitalizmin ahlakı yerel ve sınırlı iken, küresel vicdan, ahlak kodlarını tek bir mezhepten alamayacak kadar geniş ve yaygın bir süreçtir.....geçmişte olduğu gibi, yeni üretim biçimleri ve günümüzün küresel dinamikleri, ahlak anlayışımızı köklü bir biçimde değiştiriyor....bu yeni ahlakın küresel bir vicdan üzerine kurulması ise kaçınılmaz.”
Neredeyse Weber’in yerinden kalkıp da “Die Global Conscience und der neue Geist des Kapitalismus” (Küresel Vicdan ve Kapitalizmin Yeni Ruhu) olarak formüle edebileceği türden bir “yeniden anlamlandırma” sorunuyla karşı karşıya olduğumuz bu çağda, çeşitli problemlerin kapitalist sistem içinde nasıl aşılabileceği noktasında Mehmet Altan’ın mesajı yine açık ve nettir:
“....Gelecek günlerde, hem mevcut kuruluşların etkinliklerinin arttırılması hem de yeni uluslararası kuruluşlar inşa edilmesi kaçınılmaz. Yeni bir ahlak anlayışı ve yeni bir vicdan, ancak bu uluslararası kuruluşların katkısıyla oluşabilir.”
Sanayi sonrası bilgi ve birey
Dünyanın topyekün değişime uğradığı bu süreçte “yeni çağ”ın yükselen değerleri olan beyinsel yaratıcılık, innovasyon, hizmet yoğun üretim alanları ile daha esnek biçimde büyüyüp gelişen günümüz sosyo-ekonomik sistemin, genel itibariyle “emek yoğun” formatından gittikçe uzaklaştığı çok açık. Altan’ın yeni çağa geçişi yorumlamadaki belki de özgün tarafı, sosyoekonomik gelişmede temel rolün “sermaye”de değil; “birey”de olduğuna işaret etmesidir.
Aslında sermaye birikimi de insanoğlunun bir kazanımıdır. Ancak bir 19. yüzyıl okumasıyla hareket ettiğimizde sermayedarların Oliwer Twist’i sömürmesi kaçınılmaz idi. Gelinen noktada ise büyük acılara gebe kalan eski dünyayı henüz tam olarak değil; ama en azından “mental” açıdan terk ettiğimiz bir evreye atıldığımızı söylemek mümkün. Bunu bu şekilde kabul etmemizin en büyük gerekçesi ise -Mehmet Altan’ın ima ettiği üzere- insanoğlunun mükemmel beynine olan güvenimizi ve iyimserliğimizi koruyor olmamızdır. Kaldı ki yeni sorunlarla ama aynı zamanda yeni imkân ve alternatiflerle hayatımızı renklendirebilecek ve zenginleştirebilecek “yeni bir çağ”dayız.
1929 Ekonomik Bunalım döneminde beyinsel yeteneklerin ve beyinsel yaratıcılığın görece sınırlı olduğu bir çağdan çıktığımızı hatırladığımız vakit aslında Mehmet Altan’ın iyimserliğinin anlaşılabilir bir tarafının olduğu açıktır. Nitekim beyinsel yaratıcılığını kullanan insan, elde ettiği “bilgi” ile kumdan bilgisayarlar üretecek duruma geliyor. Demek oluyor ki;
“...Kumu sadece kum olarak tanıdığımızda, kullanım alanı en alt düzeyde kalıyor. Kumla ilgili bilgilerimiz biraz daha artınca, artık cam üretebilir hale geliyoruz. Bir sonraki aşamada ise, yeterince bilgi sahibi olunduğunda, artık kumdan bilgisayarlar üretilebiliyor. Tüm bu mamullerin ana maddesi kum olmasına rağmen, aralarında çok ciddi bir fiyat farkı var. İşte bu değer artışının temelinde bilgi var.”
Anlaşıldığı kadarıyla Mehmet Altan’ın dünyasında bilinmeyi, keşfedilmeyi, öğrenilmeyi bekleyen daha nice kum parçacığı var.
Ulus devletlerin sonu mu
Bu konuyu ele alırken küçük bir fikri takibin işe yarayacağını düşünüyorum. Bu bağlamda, batılı “ulus-devlet” modellerinin aksine Türkiye’nin, “devlet-ulus” modeli çerçevesinde karşımıza çıktığını çeşitli oturumlarda ve söyleşilerde sıklıkla bizlere hatırlatan Mehmet Altan’ın devlet-ulus formülasyonu, önemli bir tesbit olarak karşımıza çıkmaktadır. Dünyanın önde gelen ülkelerin, üniter yapılı ulus-devlet modelini terk ettiği bu zamanda bizlerin deyim yerindeyse “adet yerini buldu” diyebileceğimiz türden bir ulus-devlet yapısına kavuşamamamızın ironik bir tarafının olacağı açıktır. Halbuki Mehmet Altan’a göre;
“....artık üniter bir coğrafya tasavvuru mümkün değildir... küreselleşmenin dünyasından, artık sadece kendi ulusumuz içinde olan bitenlerden değil, tüm bir dünyadan sorumluyuz. Böyle bir sorumluluğu üstlenmek ise ancak küresel bir vicdanla mümkün... ekonomik sorunların yanı sıra, ahlaki ve toplumsal sorunların da ancak küresel bir vicdanla üstesinden gelebiliriz... mevcut küresel düzenin yeni koşullarını kabul etmeksizin, bir tür nostaljik milliyetçilikle eski dünyayı kutsamak basit bir illüzyondan ibarettir.”
Panhümanist manifesto
19. yüzyıl, sermayenin belirleyen olduğu ve bir bakıma ulusal pazara duyulan bir ihtiyacın tezahürü olarak beliren ırkçı düşünceyi icat etmişti. Irkçı düşüncenin zenginlik kaynağı olmaktan çıktığı sanayi sonrası dönemin insan odaklı bir örgütlenme ve yönetim zihniyetinin temel ilkelerinin neler olabileceğine dair güçlü ipuçlarını, Mehmet Altan’ın Ralph Borsodi’nin “Panhümanist Manifestosu”ndan alıntıladığı bir pasajda görmek mümkün. Buna göre;
“Hümanistler, bu dönemin ve yüzyılın kadınları ve erkekleridir. Hümanistler daha önceki tarihi hümanizmi tanırlar ve sadece günümüzde merkez teşkil eden kültürlerden değil, değişik kültürlerin katkılarından da ilham alırlar. Dahası, bu yüzyıl ve binyılı geride bırakmış, yeni bir dünyada yaşamaya başlamışlardır. Hümanistler, geçmişlerinin çok uzun olduğunu ve geleceklerinin daha uzun olacağını hissederler. Geleceklerinde bugünün genel sorunlarının çözülmesi için çabalamayı düşünürler. Hümanistler iyimserdirler, özgürlük ve sosyal ilerlemeye inanırlar. Hümanistler, uluslararasıcıdırlar ve evrensel bir insan devletini arzu ederler. Dünyayı global olarak yaşayabildikleri ve hareket edebilecekleri bir yer olarak kavrarlar, tek biçimli bir dünya değil içinde çeşitlilikler barındıran bir dünya isterler. Çeşitlilikle kastedilen; çeşitli etkinlikler, diller, ve görenekler, çeşitli fikirler “ve özlemler, çeşitli inançlar, din tanımazlık veya dinler ve çalışmak ve yaratıcılıkla ilgili çeşitliliklerdir. Hümanistler; efendiler istemezler, ne patron ne lider ne de kendilerini başkasının patronu veya efendisi olarak görmek isterler. Hümanistler ne polis ne ordu ne de silahlı çeteler görmek isterler. Bununla beraber, hümanistlerin özlemleriyle bugünün dünya gerçekleri arasında bir duvar yükselmektedir. Artık bu duvarı yıkmanın zamanı gelmiştir. Bunun için dünyadaki tüm hümanistlerin birleşmesi zaruridir.”
Anarşist bir ütopya olarak da okuyabileceğimiz Panhümanist vizyonun, Rönesans dönemindeki “Hümanizm” kavramıyla “ilkesel yorum” bakımından bir farklılığı değil; “stratejik yorum” bakımından bir farklılığı doğurduğunu söylemek mümkün. Çünkü, Rönesans dünyasının Hümanizm anlayışı bir çeşit eski Yunan düşüncesini tekrardan canlandırma amaçlı ve bu haliyle insanlık deneyiminin bir parçasını yeryüzüne taşıması ile “yerel” bir içerik taşırken; Panhümanizm ise günümüz dünyasının yeni insan değerlerinin neler olabileceği/olması gerektiği noktasında insanlık deneyiminin bütününe yönelik eğilim göstermesi ile uluslararasıcı/evrensel içeriğe sahiptir. Doğal olarak burada Panhümanist vizyonun, Mehmet Altan’ın küresel dünya değerleriyle de otomatikman örtüştüğünü görüyoruz.
Son tahlilde “dünyanın tüm işçilerinin birleştiği” ve olayların “ezen-ezilen mantığı” üstünden bakıldığı sınıfsal bakış açısının nihayetinde sorunun bir kısmına yanıt olacağı açıktır. Bu bağlamda iyimserliğimizi bozacak tarihi kara tablodan tutun da günümüz dünyasının acılarına varıncaya kadar her şeye rağmen insani-barışçıl çabalar sarf etmenin de anlaşılabilir bir tarafının olacağı açıktır.
“Küresel Vicdan” üzerine son sözler
Burada henüz problemin varlığının hissedildiği ve bakış açısının emekleme aşamasında olduğu bir evredeki “Küresel Vicdan”ı sistematik bir eleştiriye tabi tutmanın anlamsız ve gereksiz olduğunu düşünmekle beraber, yapıtın tartışmalı bir kısmına değinmek ihtiyacını da hissetmiyor değilim.
Bu bağlamda Mehmet Altan’ın çeşitli konuşmalarında da geçen ve “Küresel Vicdan” adlı yapıtında da işlediği ve insana atfen kullandığı “kutsalların kutsalı” söyleminin kulağımı tırmaladığını söylemeliyim. Mehmet Altan’ın burada iyimser bir söylem geliştirirken ama aynı zamanda kavramlaştırma hatasına düştüğünü söylemek mümkün.
İnsanın kutsal olduğu bir aşamadan çıkıp “kutsalların kutsalı” olan bir aşamaya doğru gittiği bir üst aşamada insancıl düşünce ile değil; bir çeşit “insan fetişizmi” düşüncesi ile karşılaşıyoruz. Böylece daha önce sermayenin putlaştırıldığı bir çağdan gelip bireyin putlaştırıldığı bir çağa doğru yol aldığımız algısı güçleniyor ki son tahlilde “kutsalların kutsalı” söyleminin şimdilik bir kavram kargaşasına yol açmaktan öte ciddi bir tartışmaya yol açacağını sanmıyorum.
Taraf, 16.01.2012 Bu bölümdeki diğer içerikler için tıklayınız.
|