Mehmet Altan: Asker, tapulu malının üzerine gecekondu kondurtmaz
Prof. Dr. Mehmet Altan, AKP’nin 17-25 Aralık’tan sonra Ergenekon ve mafyayla işbirliği içine girdiğini, bu güçleri de Reza Zarrab’ın karşısına koyarak, “Bunlar beni ortadan kaldıracak” düşüncesini dayattığını düşünüyor. Ona göre, Zarrab’ın ‘canını kurtarmak üzere’ ABD’ye gittiği iddialarını kulak arkası etmemek gerekiyor!
AKP’ye destek verdiği süreçte dahi, askeri vesayetin bitirilmesi ve Türkiye’nin demokratikleştirilmesi yönünde çokça yazı kaleme alan Mehmet Altan, partinin bunu yapmayarak muhtemel sonunu hazırladığını belirtiyor: “Kışlayı demokrasiyle aşmak ve Türkiye’yi rahatlatmak yerine, askeriyeyi sınırlı tutup kendi güçlenmelerinin yolunu açtıklarını zannettiler. Türkiye’de hiçbir şeyi değiştirmeyip, mevcut 12 Eylül rejimi üstünden 'Kışlayı yendim' zannetmek, büyük bir gaflettir! Türkiye’yi rahatlatacak şey, AB standartlarında bir demokratikleşmeydi. Bunu yapmadan “Mevcut imkânları ele geçiririz. Askeri vesayeti şahsen kullanırız” dediler. Kullanıp kullanmayacaklarını göreceğiz! Tapulu malı üzerine adam sana neden gecekondu kurdursun? Eğer bir vesayet olacaksa onu niye sana versin? Bir vesayet sürdürülecekse elinde silah olan sürdürür!”***
17 Aralık soruşturmasına hâkim bir ekonomi profesörü olarak, bu olayın sınırlarını nasıl çizersiniz? Reza Zarrab’ın ABD’de tutuklanması, bu resmi nasıl etkileyecek?
17 Aralık’ın sınırlarını hem burada hazırlanan iddianame, hem de ABD’li savcı Preet Bharara’nın hazırladığı 21 sayfalık iddianame fevkalade net, derinlikli bir biçimde çizdi. Batı kampında olduğunuzu söylüyorsunuz. NATO üyesisiniz. AB ile müzakere halindesiniz. Avrupa Konseyi üyesisiniz. Buna rağmen, Batı dünyasının ambargo koyduğu bir ülkeyle işbirliği yapıyorsunuz. Bu nedenle birinci olarak, bulunduğunuz kampa ihanet eden bir anlayış içindesiniz. Böyle bir ihanetin bedeli olur.
İkincisi, İran’a konmuş ambargoyu delmek üzere o dönemki rejimin uzantılarıyla işbirliği yaparken de hem uluslararası hukuka göre suç işliyor, hem de bundan kişisel olarak nemalanıyorsunuz. Önünüzden muazzam biçimde akan paraları, ahlaksızca ve tomar tomar, komisyon ve rüşvet olarak cebinize atıyorsunuz. Uluslararası hukuk kadar, kendi yasalarınızı da yok sayıyorsunuz. AKP iktidarı o kadar fütursuz bir hale geldi ki, “Ne yaparsak yapalım, bu devleti ele geçirdik. O nedenle işlediğimiz suçların hiçbir yaptırımı yok” rahatlığıyla neredeyse çıplak dolaşmaya başladı. Aslında ödleri patlıyordu!
17-25 ARALIK, AKP’NİN YARGIYA YAPTIĞI BİR DARBEDİR!
Peki ya ‘darbe’ retoriği?
17-25 Aralık, gerçekten bir darbedir; ama AKP hükümetinin yargıya yaptığı bir darbedir! Hem içeride, hem de dışarıda suçlu ve sanıksınız. İçeridekini zorbalıkla, bir darbeyle bastırdığınızı düşünebilirsiniz; ama dosya kapanmaz. Kapattığınızı sandığınız anda uluslararası sistem karşınıza çıkar. Ölçüyü iyice kaçırdıkları için, Türkiye’deki rejimi değiştirmeye çalıştıkları için, anayasayı ve yasaları paramparça ettikleri için, ‘çakma mahkemeler’ kurdukları için, yeni bir sürecin başladığını görüyoruz.
REZA ZARRAB’A, “BUNLAR BENİ ORTADAN KALDIRACAK” DÜŞÜNCESİNİ DAYATTILAR
ABD, Türkiye’ye bir mesaj mı veriyor?
Çok fazla mesaj var burada! Bir defa, Erdoğan’ın görüşme talepleri, Obama tarafından sürekli geri çevriliyor. Beyaz Saray’la her görüşmelerinde, içeriği çarpıttıklarını ve yalan söylediklerini ABD de görüyor. Her türlü hayâsızlık söz konusu! O nedenle kopukluk, her geçen gün daha da büyüyor. Zarrab’ın ABD’de tutuklanması, Türkiye’deki senaryoları daha ciddiye almalarını gösterdi.
17-25 Aralık sürecinden sonra Ergenekon’la ve mafyayla işbirliği yapan bir zihniyet var. Mafyayı, Zarrab’ın karşısına koyup ona, “Bunlar beni ortadan kaldıracak” düşüncesini dayattığınız vakit, onun canını kurtarmak üzere ve bir anlaşma yaparak gittiği iddialarını da kulak ardı etmememiz gerekir. Zira geçen cumartesi tutuklanıyor, biz bunu pazartesi akşamı duyuyoruz.

'DEVRİM MUHAFIZLARI’NIN ÇÜRÜMÜŞLÜĞÜNÜ GÖRECEĞİZ
ABD-İran yakınlaşmasının bu tutuklamada dahli olabilir mi?
Obama, Ruhani’nin önünü açmak istiyor. Zarrab’ın, eski Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ın geniş yetkiler verdiği Devrim Muhafızları’nın yöneticileriyle çok ciddi bağlantıları var. Onların kuryesi… Yakalanması ve gerçek bir hukuk devletinde yargılanması, Ruhani’nin reformları karşısında duran Devrim Muhafızları’nın çürüme hikâyelerini çok daha net gösterecek bize. Türkiye gerçek bir devletse eğer, aynısını bizde de göreceğiz. Buna karışanların yargılandıklarını göreceğiz.
Bu yargı süreci için bir kestiriminiz var mı?
ABD’deki gelişmelerle bu süreç biraz daha yaklaştı!
12 EYLÜL’DE DE UYUŞTURUCU KAÇAKÇILARI KULLANILMIŞTI
17 Aralık soruşturmasının bakanlar ve çocukları üzerinden yürüdüğü lanse edilse de polis fezlekelerinde yer verilen dinlemeler, Türkiye’nin özellikle 2012’de artan cari açığı kapatması için Reza Zarrab’dan yardım istediğini ortaya koydu. ABD’nin 17 Aralık defterini yeniden açması, Türkiye’de buzdağının altında kalan kısmını da gösterir mi?
Birinci olarak, yolsuzlukla, hırsızlıkla, kara para aklayarak ekonomiyi büyüttüğünü zannetmek, kezzap içerek boy attığını sanmak kadar yanlış! Gerçek ekonomik büyümeyi, üretim sağlar. Kara parayla zenginleşme illüzyonu yaratmanın savunulabilir bir hali olamaz.
Bundan elde edilen haksız kazancı gördüğünüz vakit de amacın ekonomiyi büyütmek, cari açığı kapatmak olmadığını anlıyorsunuz. Bunların seçtikleri her teknik, doğrudan hırsızlığa ve yolsuzluğa çıkıyor. Kendilerine göre bir kurnazlık yapsalar da bunun Türkiye’ye bir faydası yok. 12 Eylül de uyuşturucu kaçakçılarını kullanmıştı.
Nasıl?
12 Eylül’deki terörü, uyuşturucuyu resmîleştirerek finanse etmeye kalktılar. Sonrasında Susurluk’la başlayıp bugüne değin uzanan çok korkunç bir sürece uzandı Türkiye.
Devlet, hukuk demektir. Hukuku ihlal ederek, “Vatan, millet, Sakarya” hamasetiyle bu milletin bir şeyler kazandığını ima etseniz bile nihai olarak kaybedersiniz. Varlığınızı inkâr edersiniz. Nitekim AKP iktidarının hırsızlıklara ve yolsuzluklara bulaştığı tescillenmiş oldu! Altın ticaretiyle kara para aklama kurnazlığı yerine, Türkiye’deki yapısal reformlara ağırlık verselerdi, çok daha hayırlı bir iş yaparlar, rezil de olmazlardı.
ERDOĞAN’IN HABERDAR OLMAMASI MÜMKÜN DEĞİL!
Yolsuzluğa karıştığı iddia edilen dört bakanı neden Yüce Divan’a yollayamadılar?
O dört bakanın arkasında kim var? Başbakan bunlardan haberdar değil mi? Siyaseten ahlaksızlığın bir sınırı yok. Dört bakan gidiyor, Başbakan ne oluyor? Hükümet ne oluyor? Gerçek bir demokraside, bu yaşananların onda biri yaşandığında hükümet istifa eder. Ayrıca sekiz ay öncesinde, Nisan ayında hazırlanmış bir MİT raporu var. Bu rapor, Başbakana veriliyor.
Daha öncesinde, 2008 yılında, MASAK, Emniyet’e murakıp raporu yolluyor…
Evet. Başka bir iddia var: Başbakanın, MİT raporunu, bu olaylardan ne kadar haberdar olduklarını görmek için istediği söyleniyor. Peki, gereğini yapıyor mu? Bundan haberdar olmaması mümkün olabilir mi? Tam tersine, çıkacak resmin ne olduğunu hepimizden daha iyi biliyor! 25 Aralık operasyonunu gerçekleştirenler, Başbakan yolsuzluk operasyonuna engel olacak güce daha fazla sahip bir hale gelmeye başlayınca daha erken hareket ediyor.
TÜRKİYE HUKUK DEVLETİ OLSAYDI, HEPSİ İÇERİDEYDİ!
Ve soruşturma nihayete eremiyor…
Çünkü hükümeti alır götürür, karışanları da içeri attırır. Gerçek bir hukuk devletinde 17-25 Aralık yaşansaydı, hepsi içeride olurdu! Hem hırsızlık yapıyorlar, hem de bundan yargılanmak istemiyorlar. Ya hırsızlık yapmayacaksın ya da kuzu kuzu yatacaksın! Dünyada bunun aksi bir örnek yok! Bunu yapabileceklerini zannettiler; ama yapamayacaklarını görecekler. Yataklarında rahat uyuyamıyorlar!
SİSTEMİN İÇİNDE OLUP DA SİSTEME KAZIK ATAMAZSIN
17-25 Aralık’a konu olan kara para ve hayali ihracat trafiğinin sadece Türkiye ve İran üzerinden değil, Rusya, Çin, Birleşik Arap Emirlikleri (Dubai) üzerinden de yürütüldüğünü biliyoruz. Yumak sökülürse Ortadoğu’daki dengelere etkisi olur mu?
75 trilyon dolar… Yeryüzünün ortalama bir yıllık üretiminin değeri. Bunun 17, 18 trilyon dolarını ABD tek başına üretiyor. Onun biraz üstünde bir değeri, Avrupa Birliği topluluk olarak üretiyor.
Senin gücün de, o 75 trilyon dolardaki payın kadardır. Bununla birlikte uluslararası sistemden yararlanacak, yönetimini güvence altına alacak bir hale gelmek istiyorsan, o sistemin kuralları içinde halkının özgürlüğünü ve refahını arttıracak bir çizgiyi gözetmelisin. Hem sistemin içinde bulunup, hem de o sisteme kazık atamazsın! Üstelik buna gücün yetmez!
Bunlar, hayatı ve dünyayı, Türkiye’den ibaret sandılar. “Büyük bir faşizan baskı kurarsak, insanları zorbalıkla susturursak, sorunları çözer ve paçayı yırtarız!” dediler. Sistem buna izin vermez. Sistemi analiz etmeyi bilmedikleri için de akıbetlerini göremiyorlar! Onun için bir yığın savcıyla bütün yapıyı dağıtıyorlar. 21. Yüzyıl, Ortadoğu’yu yeniden şekillendirirken, onu okumadan siyaset yapamazsınız.
YÖNETEMEYEN VE KORKAN ADAM, BASKI YAPAR
Sistemi analiz edemedikleri halde bu kadar büyük bir sosyolojik güce sahip olmalarının altında ne yatıyor?
“Sosyolojik güç” dediğin şeyi, din istismarı, demokrasinin yok edilmesi, dürüst yarışmama ve suça bulaşma düzleminde okumalı! Madem bu kadar büyük bir sosyolojik güce sahiplerdi, Haziran’da neden iktidardan düştüler? Bizdeki seçimler ne kadar meşru, ne kadar eşit, ne kadar saydam? TRT’nin hali ortada! Medyayı neden yok etmek istiyorlar? Korktukları için! Madem sosyolojik olarak o kadar güçlüler, neden eşit, saydam değiller. Dünyanın hangi devletinde, bir Cumhurbaşkanının konuşmasını otuz tane kanal birden verir? O kadar sosyolojik güçleri olsa bu kadar baskıcı, faşist davranırlar mı? Yönetemeyen ve korkan adam baskı yapar! Bir insan, “Ben gidersem devlet batar” diyecek kadar çaresizleşir mi?
KENDİLERİNE İHANET ETTİKLERİNİ 2008’DE GÖRDÜM
2013 yılı, ciddi bir kırılma noktası… “Bize destek verenlerle yollarımız ayrılıyor” itirafı, Mayıs ayında çok gergin geçen ABD ziyareti, hemen ardından patlayan Gezi Olayları ve yılın sonunda gelen 17-25 Aralık soruşturması... AKP’ye destek veren birçok insan, bu süreçlerde kopma yaşadı. Siz ise erken kopanlardansınız. Farklı ne gördünüz?
AKP’nin giderek kendi parti programına ihanet ettiğini gördüm. Gücünü her arttırdığında devleti ele geçirdiğini zannederek, vaatlerinden ve önceki varlığından vazgeçtiğini gördüm. Benim onlara destek verme nedenim olan, Türkiye’nin demokratikleşmesi istikametine ters hareket ettiler. Yavaş yavaş başkalaştılar. Ben, 2008’de bunları fark ettim. Ruhban Okulu’nu açmayıp, Alevilerin ve Kürtlerin temel hak ve özgürlüklerini vermeyip, o hak ve özgürlükleri sadece kendi tabanları ya da siyasal İslam arzusu üzerinden götürme niyetlerini olduğunu gördüm.
Bu çekincelerinizi paylaştınız mı?
Benim o dönemde yazdığım bütün yazılar www.mehmetaltan.com adresinde duruyor. Bugünkü görüntüleri olmasa bile, kafalarında “Güçlenelim, istediğimizi yaparız” düşüncesi vardı. Güçlendiklerini düşünmedikleri anda bambaşka bir yüzleri olur. Bunlar, eskilerin deyimiyle ‘profesyonel siyasi sahtekârlar’! Bir hırsızın, bir sahtekârın, bir dolandırıcının en yakın arkadaşları hâkimler, savcılar, hukukçular değildir! (Gülüyor) Demokrasiden yana tavır aldığınızda etrafınızda da demokrasiyi isteyen insanları görürsünüz. 17-25’ten sonra hırsızlığa, yolsuzluğa bulaştıkları belgelendikten sonra da yol arkadaşları değişti. Çıkışları yok!
12 EYLÜL REJİMİNİ KULLANARAK “KIŞLAYI YENDİM” SANIYORLAR, YANILIYORLAR
Türk siyasi literatüründe sıkça kullanılan “cami-kışla” düzlemi varlığını devam ettiriyor mu?
Bunlar halen geçerli maalesef. AKP’nin önünü, ABD, Avrupa Birliği açtı. Zannettiler ki bunlar, Müslüman-demokrat terkibini oluşturabilecek kadar akıllı! “Cami-kışla” düzleminden kopacaklarını ve rövanşist davranmayacaklarını düşündüler. Burada herkes yanıldı. Heykeli dikilebilecek adamlar, şimdi yargılanma noktasındalar.
Türkiye’nin eline çok büyük bir tarihsel imkân geçmişti. 57 Müslüman ülke var ve bunlar dünya nüfusunun neredeyse dörtte birini oluşturuyor. Bunların sisteme entegrasyonu, demokrasiyle taçlanmaları, refahlarının artması, bir Müslüman ülkenin AB üyesi olabileceği, Müslüman bir ülkede de kadın-erkek eşitliği gibi imkânların var olabileceği düşüncelerini boşa çıkardı, AKP. Bunların mümkün olduğunu bütün dünyaya gösterebilirlerdi. Yarı yolda vazgeçtiler. “Cami” üzerinden küçük kurnazlıklar, büyük vurgunlar yaparak çukura gömüldüler. Demokrasiye ulaşmak yerine, “Onlar bize çok zulüm yaptı. Şimdi sıra bizde” gibi bir rövanşizme girişiyorsanız, size karşı gelebilecek bir rövanştan da korkun!
Bu tepki nereden gelir?
Nereden rövanş almak istiyorlarsa oradan gelir!
Nereden almak istiyorlar?
“Kışla”yı demokrasiyle aşmak ve Türkiye’yi rahatlatmak yerine, askeriyeyi sınırlı tutup kendi güçlenmelerinin yolunu açtıklarını zannettiler. Türkiye’de hiçbir şeyi değiştirmeyip, mevcut 12 Eylül rejimi üstünden “Kışlayı yendim” zannetmek, büyük bir gaflettir! Türkiye’yi rahatlatacak şey, AB standartlarında bir demokratikleşmeydi. Bunu yapmadan “Mevcut imkânları ele geçiririz. Askeri vesayeti şahsen kullanırız” dediler. Kullanıp kullanmayacaklarını göreceğiz! Tapulu malı üzerine adam sana neden gecekondu kurdursun? Eğer bir vesayet olacaksa onu niye sana versin? Bir vesayet sürdürülecekse elinde silah olan sürdürür!
Öyle bir ihtimal var mı?
Her zaman var ne yazık ki! Bu ihtimalin bitmesi için Cumhuriyet’in gerçekten demokratikleşmesi gerekirdi. AKP, kendi kendini kandırdı! Parti programını aç! 15 yıl önce bu düzeni değiştireceğini söyleyip, bunu yapmadan, “Askerler gider, yerlerine biz geçeriz” demek, çıldırmadır!
BİR YIL İÇİNDE HER ŞEYİ GÖRECEĞİZ
Öyleyse sürekli sözüne ettikleri yeni anayasanın işlevi ne olacak?
Türkiye’ye faşizm getirecek! Bir başkan olacak, hiçbir şekilde sorgulanamayacak! Yargıyı da o elinde tutacak! Herkesi yargılayacak, kendisi her türlü eylemi yapacak; ama yargılanmayacak! Yeryüzünde böyle bir rejim yok!
Uygulanabilir mi?
Uygulanamaz. Bir yıl içinde uygulanmayacağını da görecek.
Bu kadar kısa mı görüyorsunuz?
Kısa görüyorum. Artık taşınamaz hale geldi. Türkiye, aklın dışına çıktı! İnsanların yaşam tarzlarına karışılması, Türkiye’yi patlatır. Gezi’de patlattı. Yeniden patlatacaktır. Fizik yasalarına göre de baskı, patlatır.
ASKER VE SİYASAL İSLAM DIŞINDA ÜÇÜNCÜ BİR YOL ŞART!
Türkiye’nin geldiği yer itibarıyla, formüle ettiğiniz “İkinci Cumhuriyet” fikri, zihninizde nasıl şekilleniyor?
İkinci Cumhuriyet’in oluşabilmesi için Türkiye’nin cami ve kışla, siyasal İslamcılık ve askeri vesayet düzlemini görebilmesi ve aşabilmesi gerekiyordu.
Muhafazakârlığın ve milliyetçiliğin çok güçlü olduğu bir toplum, üçüncü bir yola tevessül eder mi?
Bu sabit değildir ki! Türkiye’nin çok genç bir nüfusu olduğunu unutma! Eğer var olan sistem içinde sürünüyorsan, seni değişime o yetmezlik mecbur kılar. Bu değişim, bugünden yarına olmayabilir. Çünkü siyasal İslam, kışlanın güçlenmesinin önünü açtı. Vesayet yerine demokrasiyi getirmedi. Vesayeti saklı tuttu. Vesayetin kurumlarını, kurallarını, yasalarını daha da korkunç hale getirdi. Buna da bir rövanş gelecektir. Ama nihayetinde bu toplumun sosyolojik bir yürüyüşü var ise o yolda da çok önemli adımlar atıldı. İnsanlar, siyasal İslam’ın rezilliğini de gördü, askeri vesayetin rezilliğini de gördü. Üçüncü bir yoldan başka bir yol mu kaldı?
AHLAK DA YOZLAŞTI, SADECE SİYASİ REFORMLAR YETMEZ
Biz siyaset konuşuyoruz; ama toplumsal ahlakın yenilenmesi gerekiyor. Karaman’da üzeri örtülen tecavüz olayı, ülkenin ne kadar büyük bir ahlak erozyonuna uğradığını, çirkinleştiğini, ürkütücü hale geldiğini gösterdi. AKP bu çürümeyi daha da hızlandırdı. Bir önceki dönemde İkinci Cumhuriyet meselesi daha kolaydı. AKP’nin yaptığı muazzam tahribat, mevcut ahlakı da yozlaştırıp yok etmesi, çok daha derin ve köklü bir restorasyonu zorunlu kılıyor. Sadece siyasi reformlarla düzelebilecek durumda değiliz artık.
SİYASAL İSLAM, LAİKLİĞİ GETİREMEDİĞİ GİBİ AHLAKSIZ DA ÇIKTI
Bu restorasyon, toplumsal bir sözleşmeyle, sınırların çizilmesiyle mi mümkün?
Bir vatandaşlık hukukun vücut bulmasıdır, o restorasyon. Siyaset, Türkiye’yi bölüyor. Ben, “Kim, kimi yönetecek?” tartışmasından ziyade “Nasıl yönetileceğiz?” tartışmasında bir çıkış yolu görüyorum. Yönetme kavgası devam ettikçe korkunç dramlar, zulüm ve faşizm devam eder. Demokrasinin olmadığı bir yerde tartışma kanalları da, derebeylerin yönetme kavgalarına dönüşüyor.
AKP sonrası bir dönemde siyasal İslam’ın akıbeti ne olur?
Bugüne kadar “Dindar adam ol, ahlaklı olursun” dediler. Peki, Karaman’da tecavüze karışan adamlar, dindar değil mi? Bundan sonra birisi sana gelip de “Ben Müslümanım, dindarım, yetim hakkı yemem” gibi laflar söylediği vakit, ona ne kadar inanırsan, siyasal İslam’ın geleceği de o kadar var! Türkiye’de siyasal İslam, yaşam biçimine, laikliğe de çok fazla müdahil oldu. Laikliği demokratik hale getirmediği gibi çok da ahlaksız çıktı!
NOKTA | Fatih VURAL
noktadergisi.info, 28.03.2016
|